İSLAMİ HAREKET AÇISINDAN MEZHEP
İSLAMİ
HAREKET AÇISINDAN MEZHEP
İSLAM
VE MÜSLÜMAN
İslam, Allah’ın insanlara gönderdiği dinin genel
adıdır. Allah, “Ala Kulli Şey’in Kadir” olduğuna göre İslam da böyledir.Yani
İslam “küll”dür, kapsayıcıdır. Tüm
zamanlarda Allah’ın göndermiş olduğu dindir. Geçmişte böyle olduğu gibi gelecekte
de böyle olacaktır.
Kur’an’ı Kerim “Allah katında din, şüphesiz
İslam'dır. Ancak, Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra,
aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini kim inkar
ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür.” (1) Buyurmaktadır.
Hz Muhammed (a.s) İslam’ı şöyle tanımlıyor:
Cibril-i Emin insan
suretinde Resulullah’a (a.s) gelerek imanı, İslam’ı ve ihsanı sorar.
Resulullah (a.s) da bu soruları cevaplandırır. İslam sorusuna şöyle cevap
verir: “Allah’ın varlığına, birliğine inanacaksın. Muhammed’i Resul kabul
edeceksin. Namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, zekat vereceksin, gücün varsa
hacca gideceksin.”(2)
Bu tanımlama oldukça
genel ve kuşatıcı bir tanımlamadır. Burada sayılan beş şeyi yapan şahsın
Müslüman olarak tanımlandığı oldukça sarihtir.
MEZHEP
Mezhep sözlükte
“gitmek, gidilen yer, yol” anlamına gelir. Terim olarak ise şöyle
tanımlanmıştır: “Dinin inanç esaslarını veya ameli hükümlerini anlama ve
yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce bütünü, bu
yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşme, ekolleşmelerin ürünü olan ilmi
birikim.”(3)
Mezhep, bir müçtehidin
kitap ve sünnet ışığı altında fikir yürüterek benimsediği yorumlardır. Daha
açık bir ifade ile müçtehidin benimsediği zann’i görüşlerdir. Yani kat’i
olmayan zann’i düşüncelerdir. Müçtehit, isabet de etmiş olabilir, hataya da
düşmüş olabilir. Bununla beraber yine de bir ecir kazanır.(4)
Fıkhi mezhepler
arasındaki görüşler içtihadi görüş olduğu gibi, itikadi mezhebler arasındaki
ihtilaf da içtihadi görüştür. Yanlış da olsa, çirkin de olsa herhangi bir
mes’uliyet yoktur, belki ecir vardır. Şer’i deliller çerçevesinde içtihad
edildiği müddetçe şer’i içtihad sayılır. (5)
Mezheb, Arapça bir
sözdür ve “gidilen yol” anlamına gelir. Dinin hükümlerinde, anlayışa göre
meydana gelmiş olan usul ve furu’a, yani inanç ve inançtan başka ibadetlerle
muamelelere ve cezalara ait, birbirinden farklı olarak kabul edilen tarzların
tümüne “mezheb” ve “nihle” denmiştir. Nihle “tutulan, gidilen yol” anlamına
gelir ve “mezheb” sözü ile aynı anlamdadır. Mezhebin çoğulu “mezahib”, nihlenin
çoğulu “nihal”dir. Bu yüzden de şeriatlara ve mezheplere “milel-ü nihal” dene gelmiştir.
(6)
Tarihi açıdan, ne Kur’an’ın nüzûl sürecinde ne de
Hz. Peygamber’in nüzul sonrasındaki yaşamında herhangi bir mezhepten, fırkadan,
cemaatten veya tarikattan bahsetmek mümkün değildir. Zira Kur’an’ın nüzulü
tamamlanıp da bir metin (mushaf) haline getirilmesi Hz. Peygamber’den sonra gerçekleştiği
için, bu metnin anlaşılması konusunda farklılıkların ortaya çıkması da söz
konusu değildi. Çünkü vahyi alan ve tebliğ eden Hz. Peygamber hayatta iken,
böyle bir ihtilaf zaten mümkün değildi. Son zamanlarda yapılan araştırmalar,
Kur’an’ın anlaşılmasındaki ihtilafların sebeplerinden olan kıraat
farklılıklarının da, geleneksel anlatımda ileri sürüldüğü gibi Kur’an’ın farklı
kıraatler şeklinde indirilmiş olmasından değil; gelişimini henüz
tamamlayamadığından, hareke ve noktalamanın mevcut olmadığı bir yazıyla
yazılmış olan mushafın tabii olarak farklı şekillerde okunmasından
kaynaklandığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Kısaca İslam’ın kurucu tecrübesi
içerisinde “mezhep, fırka, cemaat veya tarikat” denebilecek bir olguya
rastlamak mümkün değildir.
Bu tespitten hareketle “mezhep, fırka, cemaat veya
tarikat” olgusunun dinin olmazsa olmaz bir unsuru olmaktan ziyade tamamen
şartların ürünü “tarihi” bir olgu olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Zira
başta Hz. Peygamber olmak üzere Kur’an’ın nüzulü ve İslam’ın teşekkülü
sürecinin canlı şahitleri olan ilk Müslüman neslin sona ermesi ile Kur’an’ın ve
sünnetin tarihi bağlamı konusundaki hayati öneme haiz bilgiler de büyük ölçüde
kayba uğramıştır. İşte bir yandan bu bilgilerin gelecek nesillere tam olarak
intikal etmemiş olması, diğer yandan Hz. Peygamber döneminde mevcut olmayan
yeni durumların ve meselelerin zuhuru, bunlara dair İslami çözümler üretme
sürecini kaçınılmaz kılmış, bu noktada izlenecek yol konusundaki epistemolojik
ve metodolojik görüş farklılıkları ise tarih içerisinde mezhepler, fırkalar,
tarikatlar şeklinde ortaya çıkmıştır. (7)
Küll birçok cüzü içerisinde barındırabilir. Hiçbir
cüz, küllü içinde barındıramaz; bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Müslümanlar arasında yorum ve anlayış farkları
olması normal bir durumken bu farklılıklardan herhangi birini “İslam” olarak
nitelendirmek oldukça büyük bir hata olur.
İSLAMİ
HAREKET
İslami hareket Müslümanların dış dünyayı İslami
değerler, amaçlar ve hedefler doğrultusunda değiştirip dönüştürme çabalarının
ortak adıdır.
İslami
hareket, İslami değerleri toplumsal plana taşıma yönündeki her türlü çabanın
modern dönemdeki ortak adıdır. Bu anlamda İslami hareket her Müslüman’ın şu
veya bu ölçüde içinde görev alması gereken bir kulluk görevidir. Zira bizzat
İslam’ın kendisi bir “İslami hareket”tir. Çünkü İslam tek tek Müslüman fertler
tarafından yaşanabilecek bir tür “bireysel dindarlık”tan çok fazla ve öte bir
şeydir. Diğer bir ifadeyle İslam ancak ümmet olarak hayatın her alanında İslami
değerlerin hayata geçirildiği/geçirileceği/geçirilmesi gerektiği bir dindir. Bu
hedeften uzaklaşan her dindarlık tarzı bu uzaklaşma oranında İslam’dan da
uzaklaşmış, bu hedefe yönelen dindarlık anlayışları da yöneldiği oranda İslam’a
yaklaşmış olur. Daha da açık bir ifadeyle İslam bırakın bireyleri, sadece şu
veya bu topluma bile değil, tam tersine bütün yeryüzüne ve bütün insanlığa
yönelik bir projedir. Bu proje Allah’ın vahiy geleneğinde ve bu geleneğin son
halkası olan Kur’an vahyinde sunduğu değerlerin ve bu vahiyde ifadesini bulan
iradesinin yeryüzünde egemen hale gelmesi davasıdır. İslami hareketler de bu
dava peşinde koşan bütün siyasi, iktisadi, ilmi, fikri, sosyal ve kültürel
oluşumların müşterek adıdır.(8)
İslami hareket bir anlamda siyasal İslam olarak kullanılmakla
birlikte siyasal İslam’dan daha geniş bir anlam taşımaktadır. Hemen bütün
İslami etkinlikleri, Müslümanların İslam adına ortaya koydukları etkinliklerin
tümünü İslami hareket olarak niteleyebiliriz. Hatta Müslüman olan ama İslami
hareket başlığına karşı gibi görünseler de sonuçta Müslümanların bulundukları
her yerde kişisel olarak yada cemaatsel olarak ortaya koydukları faaliyetler bütünüdür.(9)
İslami hareket adından da anlaşılacağı üzere İslami
ilkelere göre hareket eden bir yapı olmak zorundadır. Bir hareket İslami
yorumlardan herhangi birine göre hareket etmiş olursa Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli,
Caferi, Zeydi veya genel olarak Şii, Sünni, Selefi, Sufi vb. bir hareket olarak
isimlendirmelidir. Bu isimlendirmeler o hareketi İslami bir hareket olmaktan
çıkarmayacak, ancak İslam’ın bir yorumu ile sınırlandıracaktır. Böyle bir
hareket tek başına İslam veya İslam’ın temsilcisi olma iddiasında bulunamaz.
İslam’ın bir yorumuna göre hareket eden hareketlere “İslami
değiller.” diyemeyiz ancak “İslam’ın bir yorumuna göre hareket ediyorlar.”diyebiliriz.
Çünkü yorum veya bakış açısı çeşitli olabilir. Ancak İslam tektir.
İslam’ın Tevhid dini olması, aynı zamanda
Müslümanların da birlik ve beraberlik içinde olması gerektiği şeklinde
anlaşılabilir. Teferruattaki ayrılıklar, içtihadi farklar bu tevhide zarar
vermemelidir.
Bunu şöyle bir örnek ile açıklamak istiyorum:Bütün
Müslümanlar, bütün yorumlar, bütün mezhepler namazı kabul eder; namazdan önce
abdest alınmasını da kabul eder. Hiçbir mezhep namaz kılmaya veya abdest almaya
gerek yoktur demez, diyemez. Ancak “Namaz nasıl kılınmalıdır, abdest nasıl
alınmalıdır?” konusuna girildiğinde birden çok yorum çıkabilmektedir. Bu
yorumlardan herhangi birine uyup abdestini ona göre alıp namazını da ona göre kılan
birine:“Senin abdestin ve namazın olmadı.” denemez. Çünkü herkes kendi
mezhebine göre abdestini alıp namazını kılar, hepsi de namaz ibadetini yerine
getirmiş sayılır. Olması gereken İslam’ın namaz emrini küll olarak kabul edip
yorumları doğal, hatta zenginlik ve rahmet olarak görmektir.
MEZHEPÇİLİK
İslami hareket öz’ü esas almalıdır. Mezhepler arası
farklılıklar “öz”e ait farklılıklar değil, teferruata ait farklılıklardır. Mezhepler
itikadi, fıkhi ve siyasi olarak ayrıştırılsa bile aralarındaki ihtilaf yorum
farklarından kaynaklanmaktadır.
İslam dolayısı ile İslami hareket dünyayı İslami
değerler, amaçlar ve hedefler doğrultusunda değiştirip dönüştürme çabalarının
ortak adı olduğuna göre, Müslümanlar değişmek ve dönüşmek istemeyen hatta İslam’ı
kendi amaç ve hedeflerine göre dönüştürüp değiştirmek isteyen İslam
düşmanlarını iyi tanıyıp, onların oyunlarını bilip ona göre davranmak
zorundadır.
İslam’ı kendi amaçları karşısında tek dinamik güç
olarak gören küresel emperyalizmin, Müslümanları geriletip kontrol altına
alabilmek için asırlardır çalışmalar yaptığı, bilinen bir hakikattir.
Küresel emperyalist güçler, müsteşriklerin yaptığı
çalışmalar sonucunda Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarını tespit edip (normal
şartlarda Müslüman ulema tarafından bu farklılıklar normal karşılanmasına
rağmen) bunları körükleyerek farklı yorumlara inanan Müslümanları birbirine
düşman etmek istemektedir.
Bir toplumun veya ümmetin (birlik ve beraberlik içerisinde
oldukları müddetçe) hiçbir emperyalist güç tarafından mahkum ve mağlup edilmesi
söz konusu olamaz. Hiçbir güç veya silah,birlik
ve vahdet içinde olan bir topluluğu alt edemez.
Bunu gayet iyi bilen İslam düşmanları Müslümanlar
arasında vahdeti bozup tefrika çıkararak Müslümanları alt etmeyi hesaplamaktadır.
Maalesef bu amaçlarına da ulaşmış
görünmektedirler.
İslam düşmanlarının bu yöntemi yeni bir yöntem değil.
Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde)
büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimini
eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o,
bozgunculardandı.”(10)
Emperyalistler, kontrol edip sömürmek istedikleri
toplumları bölüp parçalamak için oldukça geniş bir malzemeye sahiptirler.
Günümüzde Müslümanlar arası çatışma çıkarabilmek için sıkça başvurdukları ulusçuluk,
bölgecilik, devletçilik, kavmiyetçilik vb. gibi anlayışlardan çok “mezhepçilik” anlayışına başvurmakta ve
ne yazık ki sonuç almaktadırlar.
Müslümanların başındaki yöneticilerin büyük bir
kısmı da maalesef küresel emperyalizmin emrindedir. Bu yönetimler, Müslümanlar arasındaki mezhebi
ihtilafları gün yüzüne çıkarmak ve onları birbirinden ayıran ayrılık
noktalarını derinleştirmek amacıyla körüklemektedirler.
İslami hareketler, hem küresel emperyalist güçlerle
ve onların yerli işbirlikçileri ile mücadele etmeli hem de mezhepler arasındaki
düşmanlıkları giderip onları birbirine yaklaştıracak çaba içerisine girmeli; evrensel
ve ümmetçi bir çizgi takip etmelidir.
MEZHEPLER
ARASI YAKINLAŞMANIN YOLLARI
1. TaassuptanKurtulmak: Kör taassup, insanın karşıt fikirlere
adaletli ve objektif bir şekilde açılmasını engelleyen bir durumdur. Mutaassıp
kimseler doğrunun sürekli olarak kendileriyle olduğunu ve yanlışı da karşı
tarafın temsil ettiğini ısrarlı bir şekilde savunurlar, buna inanırlar. Böylece
diyalog ve tartışmaya konu olan mesele tamamen görmezden gelinir ve insan
kendisini sorgulama eyleminden kaçar.
2. ŞahıslarıDeğil Fikirleri Önemsemek:
Şahıslar kutsandığı zaman, şahısların yaptığı her hareket ve söylediği söz
doğru olarak değerlendirilir. Kutsanan şahsının düşüncesine aykırı söylenenler
ise peşinen yanlış olarak değerlendirilir. Oysa kutsal olarak “İslami düşünce”
alınsa vahdete engel olan her türlü söz ve eylem kim tarafından ortaya
konulursa konulsun reddedilir.
3. Diyalogcu Bir Dil Kullanmak:
Peşinen “Benim fikrim doğru, benim yolum hak, diğerleri yanlış ve batıldır.”
mantığı yerine: “Benim fikrim doğru, mezhebim haktır ancak başka doğru fikirler
ve hak mezheplerde olabilir.” şeklinde düşünüp karşıdakine saygı göstermek
gerekir.
4. Tarihi Olaylara Tarafgir Yaklaşmamak:
Maalesef İslam tarihi,kardeşkanı ve gözyaşının bol akıtıldığı bir tarihtir.
Tarihe bir tarafı tutma mantığı ile değil de hak ve adalet penceresinden bakıp
tarihten ibret almak gerekir.
5. Yalan ve İftiralara Dikkat Etmek:
Şu ya da bu fırkanın diğerine attığı ve o fırka takipçilerinin sorgulama ya da
araştırma yapılmaksızın kabul ettiği iftiralarve söylenen yalanlar da yakınlaşmaya
engelleyen faktörlerdendir. Oysa kendisi tarafından ortaya konulmamış,
sahiplenilmemiş düşünceleri:“Bunların düşünceleri budur.” diyerek yaymak,
insafsızlıktan başka bir şey değildir. Kaldı ki hatalı bile olsa görüş ve
düşünceler diyaloga engel olmamalıdır.
6.
Hatalı
Kavramlar Kullanmamak: Müslümanlar “küfür”ve “şirk” gibi
bazı İslamî kavramları yanlış kullanmaktadırlar. Bu kavramları içtihadi ve cüz’i konularla
ilgili kullanmak doğru değil. İçtihadi görüş farklarından dolayı kişiye kafir
ve müşrik sıfatları kullanılmamalıdır; ki yukarıda “Müslüman kime denir?
Konusuna değinmiştik.
7.
Alimlerin
Duyarlı Olması: Dünya çapında tanınan ve farklı
mezheplere tabi ulema,risk alarak diğer mezhepler hakkında olumlu cümleler
kurmalı; onların da Müslüman olduğu vurgusu yapmalı veasıl olanın mezhep değil
din olduğu gerçeğini söylemelidir.
8.
Temel
Kaynakların Öne Çıkarılması: Kur’an, sünnet ve ehl-i
beyt gibi tüm Müslümanlar tarafından temel kaynak olarak kabul edilen ortak
değerler, ön plana çıkarılmalı; tarihte kavgalara sebep olmuş şahıslar ve
olaylar ikinci plana atılmalıdır.
9.
Öz’e
Dönüş Projesi: İslam ümmetinin genel olarak bir öze
dönüş projesi etrafında kenetlenmesi gerekmektedir. Bu da ancak muhtelif
mezheplerden ulemanın bir araya gelerek ortaya
koyacakları irade ile gerçekleşebilir.
DİPNOTLAR:
(1)
Ali
İmran 19. Ayet
(2)
Sahih-i Buhari, (İman 1). Sahih-i Müslim (İman 1)
(4)
Molla Mensur GÜZELSOY, İlmi ve Siyasi
Tahliller. (Mezhepler Arasındaki
İhtilafların Doğuş Sebepleri Ve Mezhebi Taassuptan Kaynaklanan Savaşlar.)
(5)
Molla Mansur GÜZELSOY, İlmi ve Siyasi Tahliller
(Biz Mezhepler Arasında Vahdet ve Takribe İnanıyoruz, Mezhepçiliği ve
Tahripçiliği Reddediyoruz)
(6)
Abdulbaki GÖLPINARLI, Türkiye’de Mezhepler ve
Tarikatlar.
(7)
Prf.
Dr. Hayri KIRBAŞOĞLU, Bilge Adamlar
Dergisi Sayı:21/22
(8)
Prf.
Dr. Hayri KIRBAŞOĞLU, Bilge Adamlar Dergisi
Sayı: 35
(9)
Ümit
AKTAŞ, Evrensel Mesaj Dergisi, SAYI 14, Mart 2000
(10)
Kassas
Suresi 4. Ayet
(ÖZ'E DÖNÜŞ DERGİSİ 2, SAYI)
(ÖZ'E DÖNÜŞ DERGİSİ 2, SAYI)
Yorumlar
Yorum Gönder