Bir Arada Yaşamak Ama Hangi İlkelerle..
Farklı din, mezhep, kavim, ideoloji, yaşam tarz ve benzeri farklılara sahip insanlar aynı ülkede, şehirde, mahallede hatta aynı binada yaşıyor dahi olsa bir birlerinden farklı yaşıyor olabilirler.
İnsana, hayata, dine, topluma bakışları farklı olan insanlar bir arada yaşıyor olsa dahi farklı yaşıyordur.
Son dönemlerde sıkça kullanılan “Bir Arada Yaşamak” kavramının çok boyutlu olarak tartışılması ve içinin doldurulması gerektiğini düşünüyorum.
Düz bir bakışla baktığımızda şöyle diyebiliriz; “Zaten bir toprak parçamız, bayrağımız, vatandaşlık bağıyla bağlı olduğumuz bir devletimiz var. Bu devlette yaşayan herkes anayasa ve yasalar çerçevesinde bir arada yaşıyor. O halde “Bir arada yaşamak” kavramına ihtiyaç nereden hasıl oldu. Sorun göçmenlerse onlara dönük çalışmalar da yapılıyor, varsa eksik aksak tarafları gerek STK’lar gerekse devlet onları gidermeye çalışıyor. Yani onlarla da öyle veya böyle bir arada yaşıyoruz.”
İşte sorun da tam burada. Bir arada yaşıyoruz ama kendimiz olarak mı yaşıyoruz? Yoksa din, mezhep, kavim, ideoloji ve yaşam tarzımız gibi farklılıklarımızı bir kenara bırakmak zorunda kalarak mı?
Anayasa ve yasalar farklıları, onların hassasiyetlerini gözeterek mi yapılmış ve yapılmaya devam ediyor? Yoksa dayatmayla herkesin aynileşmesi ve aynı düşünmesi ön görülerek mi?
Eğitim sistemi farlılıklar gözetilerek mi dizayn edilmiş? Yoksa bir ideolojinin dayatılmasıyla tek tip insan yetiştirmek amacıyla mı?
Eğitim sistemi ve yasalar toplumun zaman içinde dönüşmesini sağlar. Toplum geçmişten gelen alışkanlıklarla bir birine saygılı, farklılıkları gözeten bir yapıdaysa dahi zamanla değişir ve dönüşür.
Bu da toplumsal çatışmalara yol açar. Bu anlamda bir risk görülmüş olmalı ki “Bir Arada Yaşamak” kavramı gündem edilmektedir.
Bir arada yaşamak gerçek anlamda; Farklılıkların tanınması, kabul edilmesi ve koruma altına alınması ile olur. Anayasa ve Yasalar buna göre düzenlenir. Başta eğitim olmak üzere kamu hizmetleri ile toplumda davranışa dönüşür.
Türkiye’de bu durum maalesef söz konusu değildir. Vatandaşların çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen Anayasada ve Yasalarda İslam’ın ne dediğine bakılmaz. Hatta İslam olumsuzlanır. Müslümanlar Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonrası yıllarda yaşanan devlet baskısı ve halka karşı uygulanan acımasız tutumların korkusuyla olsa gerek, Anayasa ve Yasalarda İslam’ın referans alınmasını veya en azından İslami hassasiyetlerin gözetilmesini talep dahi edememektedir.
Türkiye Cumhuriyetinin iki kurucu kavminden olan Kürt’ler hala Anayasal olarak kabul edilmemekte, Anayasanın 66. Maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” denilmektedir. TBMM’de Kürtçe konuşulduğunda “Bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçmektedir.
Bu durum ülkede yaşayan farklı unsurlar için de geçerlidir.
Hülasa; Bir arada yaşamak ama hangi ilkelerle? Sorusunun içini iyi doldurmak ve muhataplarını adım atmaya zorlamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Vesselam….
Yorumlar
Yorum Gönder