DALGALI DENİZLERİN GÜVENLİ LİMANI: AİLE


Aileolmak iradi değil, fıtri ve neslin devamı için olmazsa olmaz bir durumdur. İnsan dışındaki canlılar dahi (Nitelik olarak farklılık arz etse de…)  fıtri olarak bir aile veya yuva kurar ve nesillerini devam ettirir. Aynı zamanda aile canlıların ilk eğitim yeridir, insan gibi diğer canlılar da fertlerini yaşam amaçlarına göre eğitir ve hayata hazırlar.
Aile birbirini tamamlayacak şekilde yaratılmış erkek ve kadının bir araya gelmesi ve aralarındaki ilişkinin “nikah hukuku” ile oluşması sonucu var olan bir yapıdır.Karı-koca arasındaki bu nikah hukuku, ailenin diğer fertleri arasında “aile hukuku”nu doğurur. Yani aile başıboş, gelişigüzel bir topluluk değil, bireylerin; yaşadığı toplumun tarih içindeki kültürel, sosyolojik, folklorik birikimleri ve inançsal yapısıyla şekillenen hukuksal bir yapıdır.
İnsanlar topluluk halinde yaşamını sürdürür. Bu topluluğu bir arada tutan ve onların mutluluğunu, huzurunu ve devamını sağlayan ise aralarındaki kabul edilmiş toplumsal kurallar yani hukuktur. Hukuksuz bir topluluk düzenli topluma veya devlete dönüşemez, hızlı bir şekilde dağılıp gider. Toplumların uygulamaya koyduğu hukuk; insanlar arasındaki güven, saygı, sevgi, şefkat, fedakarlık, dayanışma ve adaleti ne ölçüde oluşturabilirse toplum o kadar sağlam ve uzun ömürlü olur. Aksi halde huzursuz, adaletsiz ve güvensiz bir toplumun uzun süre ayakta kalması beklenemez.
Aile, toplumu oluşturan en önemli birimdir. Erkek ve eşi arasına nasıl arzu ve eğilim duygusu koymuşsa yüce Yaradan, aile bireyleri arasına da doğal bir saygı, sevgi, yardımlaşma ve dayanışma duygusu koymuştur. İşte yaratılıştan yani fıtrattan gelen bu duygular ve oluşan bu aile yapısı korunabildiği sürece mutlu bir aile, dolayısıyla mutlu bir toplum oluşur.
Aile; fertlerini eğiterek topluma hazırlayan, güven, saygı, sevgi, şefkat, dayanışma ve adalet duygusunu kişiye öğreten mutluluk ve acının birlikte yaşanabildiği bir yapıdır.
Eğer bir toplumda ve devlette aile dağılır, aile bağları yok olur, nikah hukuku ve aile hukuku ortadan kalkarsa insanlar değersizleşir ve o toplum ya yok olup gitmeye mahkum olur ya da dışarıdan yönetilmeye, sömürülmeye ve köleleştirilmeye müsait bir yapıya dönüşür.

KÜRESEL DÜNYA DÜZENİ AİLEYE SAVAŞ AÇMIŞTIR
İnsanlık, bugün adına küreselleşme veya globalleşme denilen emperyalist, materyalist “sömürü düzeni” gerçeği ile karşı karşıyadır.
Bu düzen, dünyayı hatta bütün evreni tek elden yönetme, rableşme, ilahlaşma, insanlığın ve evrenin tek sahibi, tek hakimi, kural koyucusu, tek yöneticisi yani “tanrısı olma” iddiasındaki bir düzendir.
Bunun için toprağın, havanın, suyun ve içindekilerin kontrolünü elde etmek için yoğun bir çaba içindedirler. Yer altında ve yer üstünde ne kadar zenginlik varsa tekellerine geçirme derdindedirler. Onlar için kıymetli olan sadece kendi sahip olduklarıdır. Bunların sahip olamadıklarına sahip olmak için yapmayacakları kötülük yoktur. Tek hedefleri neye mal olursa olsun istediklerine sahip olmaktır.
Küresel dünya düzeni,hedeflerine ulaşabilmek için toplumları kendi istediği kalıba sokmak istemektedir.Bunun için adına “çağdaş düzen” dedikleri hazcı, tüketimci, düşünme ve sorgulamadan uzak,  anı yaşayan, kaygısız, ahlak anlayışının olmadığı, bencil, saygısız, manevi değerleri olmayan, sadece deneysel olarak ispatlanabilene inanan, köksüz, ruhsuz insanlardan oluşan bir toplum modeli geliştirip bütün toplumları da buna benzetme çabası uzun bir zamandır devam etmektedir.
Maalesef bu çabalar sonuç vermektedir de. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, düşünsel ve görsel olarak birbirine benzeyen insanlar ve toplumlarla karşılaşıyorsunuz.
Bu toplumlarda bilimsel, üretilmiş, paraya dönüştürülebilen, tüketime uygun her şey hak ve doğru; duygusal, kendi toplumuna özgü, paha biçilemez ve tüketilemez, inanca dayalı, aşkın ve metafizik olanlar ise fantastik olarak kabul edilmektedir.
Beslenme kültüründen, sanata, müzik kültüründen, eğlenceye, mimariden, peyzaja, giyim kültüründen, estetiğe her alanda insanlar aynileştirilmeye başlanmıştır.
Bunu ellerinde bulunan her türlü yöntemle yapmaktadırlar. Eğitim sistemleri, film ve tiyatro, müzik, spor, eğlence, festival, panayır, internet ve benzeri yolları amaçları için sonuna kadar kullanmaktadırlar.
Çok güçlü tarihi, kültürel ve inanç bağları olan Çin ve Hint toplumları dahi adım adım değişim ve başkalaşım içine sokulmuş durumdadır. Müslüman toplumlar, doğal olarak bizim toplumumuz da çok hızlı bir şekilde bu küresel emperyalistlerin kuşatması altına girmiş durumdadır.
İşte küresel emperyalistlerin oluşturmak istedikleri bu toplum yapısını kısaca “tüketim toplumu” olarak adlandırabiliriz.
AİLE NEYSE TOPLUM DA O DUR
Aile nasıl şekillenirse toplumda öyle şekillenir. Toplumu ıslah etmenin yolunun aileyi ıslah etmekten geçtiği gibi, toplumu bozmanın en kestirme yolu da aileyi bozmaktan geçer. Yukarıda anlattığım gibi toplumu oluşturan en küçük ve en önemli yapı taşı ailedir. Eğer aile kendisini muhafaza ederse toplumu yozlaştırmak ve başkalaştırmak o kadar kolay olmayacaktır, onun için küresel emperyalistler aileyi hedef almaktadır.
Aileleri yozlaştırmak kolay bir iş değildir. Çünkü aile hem fıtri bir ihtiyaç hem de insanlık tarihi kadar kadim ve köklü bir yapıdır.  Ancak aile fıtri ve geleneksel yapısıyla var olduğu sürece küresel emperyalistler hedeflerine tam anlamıyla ulaşamayacaklarını iyi bilmektedirler.
Bunun için aileyi yozlaştırmak ve nihai olarak ortadan kaldırmak için aşamalı bir yol izlemeye başladılar. İlk önce geleneksel büyük aile yapıları modernleştirilerek küçültülmeli ve çekirdek aile teşvik edilmeliydi. Anne, baba ve az sayıda çocuk...  Böylece dede, nene, amca, hala, dayı, teyze ve kuzenlerden mümkün olduğu kadar uzak bir aile yapısı oluşacaktır.
Çekirdek aile zamanla anne ve babanın ayrı ayrı yaşadığı çocukların dönemsel olarak bazen annede, bazen de babada kaldığı özgür aileye dönüştürülecektir. Daha sonra babası belli olmayan, anne ve çocuklardan oluşan aile modeline geçilecektir. Bu amaçla sperm bankaları kurulacak, isteyen kadın buralardan elde edeceği spermleri rahmine enjekte ettirerek çocuk sahibi olacak. Ya da nikahsız birliktelikleri sonucu babası belli olmayan çocuklar dünyaya getirecektir.
Bu aşamalar başta Avrupa olmak üzere birçok modernleşmiş (!) ülkede geçilmiş, hatta bu toplumlarda çocuğunun babasının belli olması ilkellik ve yobazlık olarak görülmüştür. Başta Fransa olmak üzere birçok ülkenin elit tabakasında babası belli olan çocuk, yok denecek kadar azalmış durumdadır.
Aileyi yok etme aşamasının şu anda geldiği nokta aynı cins insanların birlikteliğinin yani eş cinselliğin normal karşılanması, hatta nikah kıyılarak bu insanların evlenmelerine izin verilmesi aşamasıdır. Yine birçok ülkede eş cinsel evlilikler yapılmaktadır. Ülkemizde de siyasi bir partinin bunu parti programına aldığını biliyoruz. Kendisini modern olarak nitelendiren bu toplumlarda eşcinsel ilişki ve evliliklere karşı çıkmak “homofobi” olarak nitelenmekte ve suç sayılmaktadır.
Aileyi yok etme çabaları sürerken bu konuda yeni hukuk anlayışları ortaya çıkmakta, yozlaşma durumuna göre yeni yasalar çıkartılmaktadır. Babanın ve annenin aile içinde rolleri birbirine karıştırıldığı, çocuğun ailesine, annenin babaya, babanın da anneye karşı bir sorumluluğunun olmadığı, ailenin duygusallıktan uzak, mekanik ve ekonomik bir organ olarak görüldüğü, zina kavramının ortadan kaldırıldığı, eş cinsel ilişkilerin yasal kabul edildiği, saygı, sevgi, şefkat, yardımlaşma, dayanışma gibi hiçbir değerin tanınmadığı bu yasalar ailenin bozulma sürecinde ciddi bir rol oynamaktadır.
Bu konuda çıkartılan ve maalesef ülkemizin de alıp kullandığı kanunlar aileyi korumak üzere değil, küresel emperyalistlerin dayattığı aileyi yok etmek üzere çıkartılan kanunlardır. Kadının ve erkeğin aile içindeki ve toplumdaki rolü birbirine karıştırılmakta, aile içi hiyerarşi yok edilmekte, erkekleşen kadınlar, kadınlaşan erkekler türetilmekte, eşitlik adı altında aile düzeni dinamitlenmektedir.
SONUÇ OLARAK:
Aile küresel emperyalizm karşısında toplumların var olma mücadelesinde en önemli ve etkili güçtür. Aile yapısı korunabildiği, aile bağları güçlü tutulabildiği, dede, nene, amca, dayı, hala, teyze ve kuzenlerin yoğun ilişki içinde olduğu, geleneksel büyük aile yapıları korunabildiği veya yeniden oluşturulabildiği takdirde sömürü düzeni olan küresel emperyalist düzene karşı başarı elde edilebilir. Aksi halde bu ölümcül ifsat düzeni ile aile olmadan mücadele etmek mümkün değildir.
Vesselam…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİŞİ DOKUNULMAZLIĞI HAKKI

GELECEĞİN ÖĞRETMENİ

KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKI